24 Şubat 2025

Haliliye Haber Sitesi

Eğitim, Sağlık, Ekonomi, Teknoloji Haber Sitesi

Herkes Eğitim İçin “KAYIP” Filmini Neden İzlemeli?

“Sesi, 6 Şubat sabahı, enkazın altından başlayarak 2 yıl geçmesine rağmen hala duyulmayan Antakya’nın sesi olmaya çalışıyor bu film.” “Hadi tamam büyük bir afet yaşandı ve sonuçları çok ağır oldu, buraya kadar söylenecek çok şey olmasına rağmen ...

“`html

“Bu film, 6 Şubat sabahı enkazlardan yükselen, ama iki yıl geçmesine rağmen hala duyulmayan Antakya’nın sesi olma çabasını taşıyor.”

Bir büyük felaket yaşandı ve sonuçları gerçekten yıkıcı oldu. Bu durumu kabul ettik ama anladık ki sonrasında da yaşamın bir kısmı yok olmaya devam ediyor. Gerçekte kaybolanlardan bahsediyoruz; hayatta kalanların da kaybedilmiş hikayeleri var.

Eğitimci ve sinemacı Gazi İsmailoğulları ile “KAYIP” filmi üzerine derinlemesine bir sohbet gerçekleştirdik.

Filminiz, deprem sonrası Antakya’daki yıkımı ve kayıpların peşine düşen karakterleri merkezine alıyor. Bu duygusal hikâyeyi anlatmaya sizi motive eden unsurlar nelerdi? Kendi gözlemleriniz senaryoyu nasıl şekillendirdi?

Beni bu hikâyeyi anlatmaya iten en büyük neden, kaybolan insanların, şehirlerin ve onların hikâyelerinin unutulmaması arzusuydu. Tarihçi bir kimliğim var ve deprem sadece fiziksel yapıları değil, etkili hafızaları da ortadan kaldırdı. Bir sabah uyandık ve bildiğimiz dünya artık yoktu. O an yalnızca kayıpları değil, geride kalanların da kaybolduğunu hissettim.

Kayıp Filmi sahnesi

Senaryo sürecinde, yaşadıklarım ve gözlemlerim, bu anlatının temel taşlarını oluşturdu. Antakya’ya gidenler, yıkık bir şehirde duvara yazılmış numaralara ve enkaz çevresinde oturan insanlara tanık oldular. İşte “Kayıp”, tüm bu hikayeleri bir araya getiriyor.

Kayıp Filmi sahnesi

Bir enkazın önünde Şemsettin’in kömürle yazdığı notlar, gördüğümüz gerçeklerden biri. Resmi kurumlarla bağlantı kuramayan insanlar, kayıplarının isimlerini duvarlara yazmakta buldular kendilerini.

Eylem’in adli tıpta kaybolması, birçok kişinin yaşadığı umutsuzluğun bir örneği oldu. Bazıları cenazelerini aradı, bazıları ise daha önce kayıtlara geçmeyen yakınlarını bulmaya çalıştı.

Filmi yazmak benim için bir anıt dikmek gibiydi. Çünkü “Kayıp”, yalnızca bir kurgu değil, gerçek yaşamı yansıtan acı ve seslerle oluşturulmuş bir ağıttır.

Özetle, bu film bir misyonla yola çıktı ve deprem sonrası yaşanan olayları ‘normalleştiren’ anlayışlarla mücadele etmeye çalışıyor. ‘Olan oldu, önümüze bakalım’ anlayışını eleştiren bir yaklaşım var.

Antakya, tarih boyunca birçok kültüre ev sahipliği yapmış ve köklü bir geçmişe sahipti. Ancak deprem sonrasında yaşananlar; bu şehri felakete dönüştürdü. Filmde, yıkım sürecinde şehrin ruhunu nasıl işlediniz? Eski ve yeni Antakya arasındaki zıtlıkları nasıl yansıttınız?

Antakya, yalnızca binalardan ibaret bir şehir değil; bir hafıza, kimlik ve anlatıydı. Deprem bu tarihi yok etti fakat anıları silemedi. “Kayıp” filminde eski ve yeni Antakya arasındaki bu zıtlığı hem görsel hem de anlatım unsurlarıyla ortaya koymaya çalıştık.

Şehir, fiziksel olarak yok ama ruhu karakterlerin içlerinde yaşamaya devam ediyor. Eylem’in Saray caddesinde yürüyüşü, geçmişle bugünü birleştiren bir yolculuk gibidir. O cadde, bir zamanlar cıvıl cıvılken şimdi sadece sessizliği barındırıyor. Yıkıntılar arasında geçmişin yankıları da duyulabiliyor.

Şemsettin’in yıkılmış evinin içinde kendi odasında oturması, bu karşıtlığın somut bir kanıtı. Eskiden sıcak bir yuva olan o yer artık enkaza dönmüş, zaman ve anılar askıda kalmış durumda.

Filmin birçok sahnesinde, Antakya’nın medeniyetler beşiği olduğu gerçeğini görsel olarak yansıtmayı amaçladık. Örneğin:

Kimsesizler mezarlığında Şemsettin’in yürüyüşü, farklı kültürlerden insanlarının aynı sessizlikte buluştuğunu temsil ediyor.

Şemsettin’in Asi Nehri kıyısında meşale yakarak eski Antakya’nın yasını tutma sahnesi, bu duyguyu ortaya koyuyor.

Bu karşıtlığı oluştururken en etkili unsurlar arasında sessizlik ve boşluklar yer aldı. Bazen enkazın ortasındaki sessizlik, anlatacak birçok şeyin önünde bir engel oluşturur. “Kayıp” filmi, Antakya’nın geçmişini karakterlerin zihninde, bugünkü durumunu ise sesi olmayan sokaklarda yaşatıyor. Eski Antakya, insanların hafızasında hâlâ mevcut, ancak ayaklarının bastığı toprak artık farklı.

“Kayıp” filminin politik alt metinleri oldukça güçlü göndermeler içeriyor. Film ne tür bir eleştirel yaklaşım sergiliyor?

Devletin yetersizliği, bu filmin belirgin politik mesajlarından biridir. Depremzedeler, yalnızca doğal bir felaketle değil, aynı zamanda ihmaller ve bürokrasinin soğuk duvarlarıyla da karşı karşıyalar.

Örneğin, ana karakterlerden birinin adli tıpta kaybolması, kayıpların resmi kayıtlara girmekte dahi zorlandığını ve devletin insan yaşamına mekanik bir şekilde yaklaştığını gösteriyor.

Kayıp ilanlarının sosyal medyada paylaşılması ve duvarlara yazılması, resmi savunmanın çöküşünü ve insanların kendi çözümlerini üretmek zorunda kaldığını gösteriyor.

Bu filmde, yalnızca bireylerin değil, tüm bir şehrin yok olduğu gerçekliği işleniyor. Kimsesizler mezarlığı, isimleri dahi kaydedilmeden gömülen binlerce insanın sıradan bir sayıya dönüştüğünün simgesi.

Halkın kendi adalet arayışı ve örgütlenme ihtiyacı da filmde önemli bir yer tutuyor. Devletin varlığı hissedilse de hiç bir çözüm önerisi sunmamaktadır. İnsanlar, kayıplarını kendi imkanlarıyla arıyor, yas tutuyor ve anma etkinlikleri düzenliyorlar. Ana karakterin 6 Şubat anma etkinliklerinde meşaleyle yürüyüşü, bireysel bir travmanın toplu bir isyana dönüşebileceğini gösteriyor.

Felaketin eşitsizliğini ve sınıfsal boyutları da önemli bir şekilde işliyoruz. Depremin herkes için aynı sonucu doğurmadığını vurguluyoruz. Bazı cenazeler ihtişamla taşınırken, çoğu kişi kimliği bile belirlenmeden kimsesizler mezarlığına gömülüyor. Enkaz altında bekletilen insanlar, hayatta kalanların nasıl ikinci sınıf vatandaş gibi hissettiğini anlatıyor.

Sonuç olarak, “Kayıp” sadece bir deprem filmi değil, aynı zamanda bir ülkenin çöküş anlarını ve bu süreçte nelerin yaşandığını gözler önüne seren bir ağıttır. Filmin derinlerine işlenen politik alt metinler, devletin ilgisizliği, toplumsal hafızanın kaybolması ve adalet arayışı gibi temalarla zenginleşiyor.

Kayıp Filmi sahnesi

Filmin iki ana karakteri Şemsettin ve Eylem’in kaybettiklerini arama süreci, aslında bir varoluş sorgulamasına dönüşüyor. “Gerçek kayıp kimdir, ölen mi yoksa tüm yaşananları geride bırakan mı?” sorusu, filmin çatışmalarından birini oluşturuyor. Bu bağlamda, deprem sonrası hayatta kalmanın getirdiği psikolojik yükü nasıl ele aldınız?

Depremin sabahında pek çok insan gibi biz de yıkımın boyutlarını hemen anlayamadık. Detaylar ortaya çıktıkça felaketin büyüklüğünü kavradık. İlk anlarda hayatta kalanların kimler olduğu konusunda bir kaygı baş gösterdi. Zaman ilerledikçe barınma ve güvenlik gibi yaşamsal ihtiyaçlar endişeye dönüştü. Böyle bir durumda günlük yaşam için bildiklerinizin geçerliliği sona eriyor. Beklediğiniz yardımların hemen ulaşmayacağının farkına vardıktan sonra yakınlarınızı çıkarıp onları bir ‘mezar sahibi’ yapmaya çabaladığınız ağır bir süreç başlıyor. O dönemlerde Antakya’da cenazesini bulmak mümkündü.İlerleyen günlerde bu zorunluluklar sona erdiğinde, kendinizi hatırlama sürecine girmeye başlıyorsunuz ve gerçek travmalarla yüzleşme aşamasına geliyorsunuz.

İşte filmin ana karakterleri arasındaki gerçek kayıplarla ilgili çatışma ve yüzleşme burada başlıyor. “Ölen ölmüştür, peki ya kalanlar?” tartışması derinleşiyor.

Büyük bir felaket yaşandı ve sonuçları ağır oldu, bunu kabul ettik. Fakat anladık ki sonrasında hayatta kalmaya devam etmemize rağmen var olmuyoruz. Yok sayılmaya devam ediyoruz. Bu nedenle film, gerçek anlamda kaybolanların yanı sıra hayatta kalabilenlerin de bir hikayesini sunuyor.

Deprem sonrası gerçekler aydınlandıkça, ‘keşke enkaz altında kalsaydım’ diyen birçok insan olduğu gözlemlendi Antakya’da.

Filmin gösterimlerini nasıl gerçekleştiriyorsunuz? İzleyiciler filmi nerelerde izleyebilir?

Kısa filmlerin Türkiye’de sinema salonlarında yer bulması oldukça zor. Bu yüzden biz de alternatif bir prodüksiyon ve dağıtım modeli ile her ilde kendi organizasyonlarımızı oluşturarak filmi izleyiciyle buluşturuyoruz. Şu ana kadar yedi gösterim yaptık. Şubat ayı içinde Türkiye’nin on farklı yerinde daha gösterim planlıyoruz. Ardından mart itibariyle uluslararası bir turne başlayacak. 29. Türk-Alman Film Festivali’nde özel bir gösterim ile başlayacak süreç, Almanya’nın çeşitli bölgelerinde, daha sonra ise Hollanda’da devam edecek.

Yani aslında, her bir yerde filmleriyle birlikte gezen, dervişler gibi bir yolculuk yapıyoruz.

Bu film, 6 Şubat sabahı enkazların altından yükselerek iki yıl geçmesine rağmen hala duyulmayan Antakya’nın sesi olma çabası içinde.

Değerli bilgileriniz için teşekkür ederiz. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…

“`